Altın kalem kağıda döklünce, kağıt kalemden daha değerlenir.
25 Ocak 2014 Cumartesi
KALP ÇIPLAK
Gönderen
Efsûnkâr
Mutluluğu elde etmek çok mu zordu?
Bardağın sürekli boş kısmını görenler olarak sürekli dem vurduğumuz şu hayatta yüzümüzün gülmesi ne kadar da zorlaşmış. Bir bakıma mutluluğa da bağışıklık kazandık aslında. Küçük sevinçlerle karnını doyurdukça midesi büyüdü ruhlarımızın. Artık minik şeylerle mutlu olamaz oldu. Her seferinde daha fazlasını arzuladı ve sonunda da tatmin edilemez birer canavara dönüştü...
Çok şımarttık biz ruhlarımızı. Her istediğini almasına müsade ettiğimiz için şimdi söz dinlemez oldular. "Bununla mutlu olacaksın!" dediğimizde olmamayı seçti. Kendi kahkahalarının içinde hıçkırık sesi oldu. Gülmekten vazgeçmedik elbette. Objektiflere verdiğimiz gülümsemeler gibiydi hepsi; denklanşöre basana dek süren. Kahkaha da attık yeri geldi... Az biraz durulsun diye depresif hallerimiz. Hatta belki de insanların gözündeki monoton profilimizde yeni güncellemeler yaratmak adına... Sıkıcı hayatlarımızda durum güncellemeleri yaptık, koşullardan yakınmak uğruna... Yer bildirimleri yaptık ruhumuzun düştüğü kuyulardan... Yetmedi eşi dostu etiketledik bir de üzerine, "bak da sen de gör ne haldeyim!" sitemine...
Halimden yine pek memnun olmadığım bir gündü. Erken başlamış bir günde ve kütüphaneden başımı dışarı uzatmış, ayazda bir yudum kahveden medet umar bir şekilde oturuyordum. Herkeste aynı bunalımlı haller ve herkesin yüzünde az sonra içeri girip yine kalın kitaplara, çözümsüz denklemlere dönmeyi bekleyen ifadeler... Sessizce izliyordum etrafta olup bitenleri, yarı açık gözümle. Yine içimden dem vuruyordum halime, derslere ve sanırım her şeye... Sonra onları gördüm. İki minik kız çocuğu... Ayakları çıplak ve üzerlerinde inceden bir kıyafet... Ben de daha az öncesine dek soğuk havadan şikayet ediyor, elimdeki kahvenin bitmesini dört gözle bekliyordum. Ne de boş sitemlermiş... Önce dikkatimi çekmeyen köşedeki kedileri kucakladılar. Bir süre onlarla oynadılar... Sonra biraz dilenir gibi oldular, etraftakilerden bir şeyler istediler sanırım. Ama türkçe değildi söyledikleri. Ne kimse anladı onları, ne de kimse "boşver, sonra alışıyorlar" mantığından öteye gidebildi. Sürekli kaldırım taşları üzerinde görmeye alıştığımız Suriyeli çocuklardan olmalılardı. Alıştığımız dememden merhametim sorgulanmasın sakın. O kadar çoktular ki, alışmamak artık elde değildi... Savaştan kaçmış, ama çok daha büyük bir yaşam savaşının içine düşmüş çıplak hayatlar...
Hemen karşıda duran oldukça lüks bir aracın kapılarının karşısına geçtiler. Siyah ve parlaklığı göz alan kapılarının üzerinde oluşan eciş bücüş yansımalarına kahkaha atıyorlardı. Arabanın kapısının önünde danslar ettiler, birbirlerini ittiler, hopladılar, zıpladılar... Aynayla ilk kez tanışan bir çocuk gibiydiler adeta. Çıplak ve nasır tutmuş o minik ayakları eskimiş soğuk asfalta değerken, kahkahalarının sıcaklığında mutluluğu yaşadılar. Bizim gülmelerimizi, kendileri farkında olmasalar da aşşağıladılar o şen kahkahalarıyla... Çıplak olan ayaklarına bakan herkesin suratına, bir zamanlar "kral çıplak!" diyen o cesur ve masum çocuk gibi "kalp çıplak!" dediler bir bir bakışlarıyla...
Hangi tarafın bardağı daha doluydu? Dudak payı kadarlık bir boşluk için feryatlar ederken bizler, onlar bardağın dibinde kalan o son -belki de onlar için ilk- damla için mutluydular. İşte o an utandım kendimden. Ufak şeylerle mutlu olan bir insanımdır aslında. Pek çok kişiye göre de fazla polyanna... Ama o gün, orada ettiğim o sitemler bile yüzümü kızartmaya yetti bu manzara karşısında. Yüzümün kızarmasıyla da gurur duyuyorum aslında. En azından hala kızarabiliyor, bukalemun olmuş pek çok suratın yanında...
Binbir çeşit insan, kaptırmış yaşıyoruz işte... Gerçek gülenler, objektife sırıtanlar, gülümsemeleri satın alanlar, aç ruhunu hormonlu kahkahlarıyla doyuranlar, bir kuru mutluluğu ay sonuna yettirmeye çalışanlar, asgari sevinçlerle lüks mutlulukları yakalamaya çalışanlar,her mutluluğunun bedelini ödeyenler.... Belki de elde edişlerimiz, harcayışlarımız hatta ve hatta mutluluklarımızın kalitesi bile farklı; ama özünde onların da ölümleri hep aynı...
Azrailleri hep aynı: Sevgisizlik.
Katilleri aynı: Bencilliklerimiz.
Gömüldükleri topraklar aynı: Kalplerimiz.
Mezar taşları aynı: Gidenlerin İsimleri.
Ve nihayetinde üzerlerini sulayan yağmurlar da aynı: Gözyaşlarımız...
EFSÛNKÂR
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
.jpg)
Özlemişim
YanıtlaSilBu kadar ara verdiniz madem bi' yazı yazıp bırakmayın,yakın zamanda birkaç tane daha bekliyorum.
YanıtlaSilbilimle çok aldattım buraları, ama yine dönüp dolaşıp kürkçü dükkanına dönüyor insan işte :)
Silinanır mısınız ben de :')
YanıtlaSil