Bugün yaşadığım bir anıdan esinlenerek:
Hindistandan
bir arkadaşım bugün kurban bayramımı kutladı. Açıkçası her ne kadar teşekkür
etsem de ne cevap vereceğimi bilemedim. Malumunuz onların kutsal saydığı bir
varlığı biz kutsal bir amaçla kesiyoruz. Bu denli zıt dini inanışlarımız. Ama
her şeye rağmen bayramımı kutlama nezaketini gösterdi. Bu noktada aslında çok
güzel de dersler çıkarıyor insan…
Bugün
insanların birbirlerine zıt diye düşündükleri pek çok konuda aslında ne kadar
da yanıldıklarını öğrendim. Bir sürü kesimden insan siyaset uğruna, popülarite
uğruna ve farklı bir kesimin ayrıcalıklı olduklarına inanarak bu kesimce o
ayrıcalıklara sahipmiş gibi davranma uğruna nelerini feda ediyor? Ama anlaşmak,
birileriyle bir şeyler paylaşmak bu denli zor olmasa gerek. Tıpkı bugün
yaşadığım olay gibi. Birbirimize farklı fikirde olduğumuzu belli edişimiz
tamamen bir münakaşaya dönüşebiliyor çoğu zaman. Gelin görün ki bambaşka bir
dilde, bambaşka bir kültürde, bambaşka dini ritüelde ve aradaki o km.lerce uzak
mesafede bile biriyle anlaşabiliyorsunuz. Hatta dibinizdeki arkadaşlarınızdan
dostlarınızdan veya beklediğiniz insanlardan bir “günaydın” mesajı alamazken
bir uyanıyorsunuz ki farklı bir saat diliminden hesaplanarak yollanmış bir
“goodmorning” oracıkta duruyor. Ve kimi zaman bu günaydın emin olun ki dip dibe
yaşadığınız insanların o samimiyetsiz, yalnızca söylenmek için sarf edilmiş
kelimesinden daha sıcak geliyor. Sanırım bu çok daha önemli…
Bazen
dertleşmek için bilerek bu arkadaşıma başvuruyorum. Hani belki bizde de
koyunlaşmıştır bazı şeyler. Hani anlatırsınız anlatırsınız ama beklediğiniz
yanıtı alamazsınız ya, o gelen cevap hep klişedir ya… İşte sırf bu olmasın diye
bambaşka bir yerden birinin size destek olması, aradaki mesafeleri yok
edercesine sizinle dertleşmesi tarifi imkansız bir duygu açıkçası. J
at gözlükleriyle bakmayalım bakmayalım da elbet, biraz daha açabiliriz ufkumuzu
bu konuda. Yani işin özü insanlarla anlaşmak için kesinlikle ortak bir noktaya
ihtiyacımız yoktur bilinenin aksine… Bana kalırsa kelimelere bile ihtiyaç
kalmayabilir hatta. Melodiler, jestler ve mimikler. Yalan söylemeyen tek
güvenilir iletişim araçları olsa gerek. J
Şimdi şimdi
hiç tanımadığım insanlarla bile sohbet kurmaya çalışıyorum. Sosyal olma vs gibi
bir kaygı değil bu. Ola ki bir yeni şey daha öğretir bana hayat diye yapıyorum
bunu. Bana bu cesareti veren şeyse kesinlikle o eskiden her gün yaptığım uzun
yol maceralarında, bana az buçuk hayatlarından bahseden ve bir daha görmeyecek
olmama rağmen “görüşürüz” diyerek veda eden amcalar, teyzeler oldu. Böyle böyle
insanların kokulacak yaratıklar olmadığını, o sanal ekranlarda sürekli
izlediğimiz vahşet haberlerinin sürekli olmadığını, yaşanılabilir birkaç parça
şeyin de olduğunu keşfettim. Tiksintimi böyle yendim. Çoğu kez kalemle çoğu kez
fırçayla kustum içimdeki griyi kağıtlara. Evet, ne siyah ne de beyaz; tamamen
ortada kalmış bir renk olan o iğrenç griyi kustum. Ve ardından gökkuşağı renklerinin içimde
belirişine şahit oldum. İnsanların yüzlerine bakınca sanki kırk yıldır
tanıyormuşçasına güvenebilmeyi öğrendim. İnsanlara kim olursa olsun
gülümsediğinizde size asla ters tepki vermeyecek olduklarını gördüm. Bu
yüzdendir biriyle konuşurken sürekli sırıtışım. Gülümsemem belki de güzel değil
ama ben bunu yapmaya alışmışım bir kere. Bir özgüven değil bu yaşama felsefesi.
Telefonda dahi birine gülümserseniz sizi hisseder mantığı…J
Anlaşabilecek
insanlar bulmak yerine anları anlaşılmış kılmayı tercih ederim. Ve sizlere
tavsiyem, kesinlikle ama kesinlikle gülümsemekten ödün vermeyin ki birileri
hala sıcak şeylerin olduğunun farkına varabilsin. Ve son olarak, bir ortaklık
arayacağınıza sizde olmayan o zıttı da öğrenmeye bakın. Gün geldiğinde bir
bakmışsınız ki beyaza kara çalınmış. Hayretle bakacağınız bir tablo yerine, rengi
tanıyarak bir şeylere dönüştürme avantajı hep sizde kalsın…
Efsûnkâr
Efsûnkâr

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder