Mutsuz olmak için hiçbir neden yok. Ama yine de mutsuzum. Sebebi sürekli hüzne alışık olmam mı bilemiyorum. Ya da buradaki her eşya o mutsuzlukları yaşamamda hep yanımdaydılar diye artık onlara baktıkça aynı şeyi görüp hissediyorum. Kasvet var bibloların üzerinde toz gibi, kasvet var saatin içinde akreple yelkovan gibi… İlham perileri uyku perileriyle uçup gitti. Keşke mutluluk perisi de kızıp gitmeseydi. Beni yalnız bırakmasaydı. Etrafımda çok kişi var. En yakınımda duruyorlar; aynı havayı soluduğumuz bir avuç topluluk… Ama yine de yalnızım. Sesler kesiliyor, zaman ağır ağır geçiyor. Hareketler yavaşlatılmış gibi. Dönüp bakıyorum karmaşaya… Kimi uyuyor, kimi susuyor, kimi ağlıyor bu dünyada sel yaratırcasına… Kendime bakıyorum… Öylece duruyorum yapayalnız. Bir saman çuvalında tek sap gibi. Bir gün yüzlerce çehre, suret görüyorum. Hepsi tanıdık. Ben miyim yabancı olan, onlar mı? Biz mi yabancıyız yoksa bu yaşam mı? Neden kimse ses çıkaramıyor? Buna karşı çıkabilen yok mu? Memnun olamayan sadece ben miyim? Sorularla dolu zihnim ama tek bir yanıt yok. O yanıtı verecek kimse yok. Şimdi bağırmak istiyorum. İşte, dünyanın suçu yok insanlar suçlu… O suçlu, bu suçlu, ben suçluyum… Burnumuz güneşe değiyor, ayaklarımız buluttan halıların üzerinde. Yüzlerimizde maskeler var; rengarenk, şekil şekil… Biri düşse altındaki çıkıyor. Ama ortada gerçek yüz kalmamış. Bir yüz buluyorum maskesiz. Bana bakıyor ama onun yüzü de gerçek değil sadece bir ayna… Baktıkça kendimi görüyorum. Korkuyorum, korkuyorum… O maskeyi kaç kez çıkarmak istedim yüzümden sayısını bilmiyorum. Yapışmış ve benliğimle karışmış ne yazık! Artık eski ben yok aynada ve o ruh sıkışıp kalmış bu yalan hayatta. İzliyorum sadece… Biri düşüp dizini kanatıyor. Bazı insanlar gülüyor… Kimisiyse koşuşturuyor. Gülmek… Tek yaptıkları bu… Ya onun çektiği acı? O da mı bir kahkahaya bedel?
Biz böyle yaşayalım. Alışılmış olan o aşağılıklarla dolu yaşamımıza… Hâlâ bir yerlerde bir çocuk ağlıyor gece… Neden? Annesi sevdiği yemeği yapmadı mı dersiniz? Yok, yok babası o istediği araba yerine başka bir tane almış… Ağlamaya değer bütün dertler işte bunlar değil mi? Ya açlıktansa… O hiç tatmaya fırsat bulmadığınız saçma duygu… Bir çocuk ölüyor sokakta soğuktan, birisi daha işte; açlıktan… İşte bir tane daha; bakımsızlıktan… Ve belki bir tane daha, bir tane daha… Bir çocuk babasını izliyor ip boynunda sallanırken odasının tavanında… Soruyor: “Babam salıncakta sallanıyor anne, ama hâlâ inmedi ben binmek istiyorum, izin vermiyor. Bu oyun ne zaman bitecek anne?” Ekmek aslanın ağzında diyorlar! O aslan çoktan yemiş ekmeği, doymamış sahibini de tutmuş yemiş! Çok üzgünüm… Bazı gerçekleri yıllar sonra benden duyuyor olmanıza. Buradan çıkınca buna bile gülecek şerefte olan varsa buyursun kahkahaya boğulsun! En azından şeref parayla, huyla, şeytanlıkla alınamayan tek şey. Sergilenebilen şahsiyet de öyle…
Bazı sözler var ağızdan hiç çıkmaması gereken, kaleme hiç dökülmemesi gereken… Nihayetinde kiriyle, pasıyla ellerimizin, birbirimizin hayatlarıyla oynuyoruz. En azından birbirimizin yüzüne bakabilecek bir parça şeref, haysiyet ve gurur bırakalım! Ne de olsa kardeşizdir ya şu saçma sapan dünyamızda (!)
..... Efsûnkâr....

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder