Dünyaya gözlerini açtığında henüz adını bilmediği bir kutunun içinde, seslerden uzaktaydı. Etrafından bazen insanlar geçiyor ama ne yaptıkları hakkında hiçbir fikri yoktu. Sadece biri ona yaklaşıp onu kutudan çıkardığında adını yine bilmediği bir duygu hissediyordu: Rahatlık, huzur ve güven…
O yılları hatırlamıyor olabilirdi fakat hâlâ farklı bir yaşam sürdüğü söylenemezdi. Etrafındaki insanları izlemekten müthiş bir zevk duyuyordu. Kendince bunları yorumlayıp zihninde sözcüklere çeviriyordu. Yaşadığı ortam bunu gerektiriyor da denebilirdi. Bir şeyler söylemek istiyordu ama hissettiklerinin hangi kelimelere tekabül ettiğini bilmiyor, sadece duygularını kendi sesleri ile ifade ediyordu. Ama herkesten daha güzel bir yeteneği vardı. Herkesin kendini ifade edişinden farklı çok güzel resim çizebiliyordu. Gördüğü her şeyi mükemmel bir şekilde resmediyordu. Duygularını bile…
Büyüdükçe sorunlarının farkına varıyordu. Duyamadıkları artık sorun olmaya başlamıştı. Ama o buna aldırış etmiyordu. En sevdiği şey yağmur yağarken camdan yağmurun yağışını ve gelip geçenleri izlemekti. Ara sıra gökyüzüne bakıp kuşları seyre dalmaktı. Onların yerinde olmak ve tüm sorunlarından kurtulmak istiyordu.
Hayatında yaşayabileceği en kötü olayı yaşıyordu sanki… İçinde ilk kez duyduğu bir heyecan vardı… Onu gördüğünde ne yapacağını bilemiyor, eli ayağına dolaşıyordu. Ama hiçbir şey yapamıyordu. İşte bu ona çok ağır geliyordu. Bir gün artık bu duygularını ifade etmeye karar verdiğinde tüm gün camın önünden ayrılmadı. Küçük, renkli notlar hazırladı. Notların hepsi çok farklı resimlerden oluşuyordu. Kimisinde o vardı, kimisinde kendi… Notları cama birer birer yapıştırdı. Onun gelme saatiydi. Geldi… Ama cama bakmadan öylece geçip gitti. Sinirlenip tüm notları buruşturdu ve camdan dışarı attı. Notlar rüzgârda öylece savruldu. Diğer günler odasına kimseyi almadı. Hareketsizce yatağında yattı…
O ise yolda yürürken yerde bir resme rastladı. Resim profesyonelce çizilmiş, cam fanus içinde gözleri kapalı bir kız ve dışında ona ulaşmaya çalışan bir adam. O buna aldırış etmeden öylece yoluna devam etti.
Tam her şeyden vazgeçmişti ki onu yine görünce yapamadı, dayanamadı… Nihayetinde bu onun suçu değildi. Yeniden notlar hazırladı ve bu kez bu notları ona salladı çırpınırcasına ve nihayet dikkatini çekmeyi başarabilmişti. O ne olduğunu anlamadan bakarken kendisi notları bir bir gösterdi. Karşısında etkilenmiş biri duruyordu artık! Ama saklandı. Birden utandı ve hemen camın önünden ayrıldı. Birkaç saat sonra odasının kapısı çaldı. Açtı ve hayrete düştü. Kapıdaki oydu! İlk kez amacına ulaşmış ve kendini çok iyi ifade edebilmişti. Beraber oturdular ve çok kısa da olsa birbirlerini anlamaya yetecek kadar görüştüler. Bir süre sonra da o, sürekli uğramaya başladı. Geliyor ve beraber vakit geçiriyorlardı. Birbirlerine bakan gözler her şeyi anlatıyor, sözcüklerin kifayetsizliğine yer vermiyordu zaten…
Yine onun geleceği gün hoş görünmek için giyindi ve beklemeye koyuldu. Kapı çaldı ve her zamanki heyecanla kapıyı açtı. Karşısındaki onu hiçbir şey söylemeden dışarı çıkarmak istiyordu. Bunu daha önce hiç yapmamıştı, daha doğrusu yapamamıştı. Çünkü bu hastane odasından çıkmasına daha önce hiç izin verilmemişti. Ama bunu isteyen kişi oydu! Bunu yapmalıydı, başarmalıydı… En azından bazı şeylere artık kavuşmalıydı. O gün hayatının en güzel kararını aldı kendince…
Beraber hastaneden dışarı çıktılar. İzin almak çok zor olsa bile… Hiç korkmadı çünkü yanında o vardı. Dışarı çıktığında yine tarifi imkânsız mutluluklar ve hisler yaşadı. O, yıllardır camdan bakmakla yetindiği, ona uzak olan dünyanın içindeydi şimdi. Bir an heyecandan ne yapacağını bilemedi ama sonra kendine geldi. Beraber sokaklarda, kaldırımlarda yürüdüler. Camından görebildiklerinin dışında hiç görmediği yerler gördü. Yaşadığı yerin aslında o kadar da küçük olmadığını anladı. Bir an “Acaba beni de camından izleyen birileri var mıdır?” diye düşündü. Hayatında hiç görmediği ve bilmediği bir yere geldiler. Adına “Lunapark” denen bir yer… Hani ismini de tam hatırlıyor denemezdi.
Değişik, görkemli makineler, bir sürü insan, çocuklar, ışıklar ve bir tatlı karmaşa… İlk önce ürktü ama yanındaki onun elini sıkıca tutmuş ve ona gerekli güveni vermişti bile. İlk kez özgür hissetti kendini… İstediğini yapabiliyordu. En önemlisi dünyayı yeniden görüyordu. Bir sürü eğlenceli şeye bindiler, farklı şeyler tattılar… Hem de izin almadan ve düşünmeden. En mükemmeli ise o hep camdan izlediği yağmur altında dolaşan insanların yerinde şu an kendisi vardı! Evet, doğa da ona bir hediye sunmuş ve ona yağmur altında dolaşma keyfini yaşatmıştı sonunda.
Geri dönüş vakti geldiğinde buruk bir hüzün kapladı yüreğini ama uzun sürmedi. O kadar çok eğlenmiş ve mutlu olmuştu ki sevincinden sakarlıklar bile yapmıştı. Odasına vardığında içinden bir şey, hemen bugünü resmetmesini ve ona hep hatırlatmasını söyledi. O da bunu yaptı. Hemen boyalarını alıp tuvalinin, kendini rahat hissettiği ve istediğini yaptığı, kimsenin karışamadığı ilk şeyin yanına gitti. İçinden gelenleri kısa bir sürede tuvale aktardı. Sonunda resmini gerçekten beğenmişti. Resmi boyarken hissettiği o apansız ağrı fırçayı elinden bırakmasına sebep oldu. Hemşireler koştu ve o ne olduğunu anlamasa da etrafında koşuşturuyor ve ona müdahalede bulunuyorlardı.
İnanılmazdır ki o duyguyu hayatında üçüncü kez hissetti. Rahatlık ve huzur, sonsuzluk… Kendini o yerinde olmak istediği kuşlar kadar hafif hissediyordu şimdi. Yine özgürlüğü tadıyordu. Hem de sonsuzunu… Üstelik yine yağmurlu bir vakitte, yine bir hastane odasında kapamıştı gözlerini. Artık istediğini rahatça yapıyor, kaygılanmıyordu. Sadece onun olmayışına, yine elini tutup güven vermeyişine üzülüyordu. Evren ona kıvrak oyunlar oynamıştı bu gece… Tam üç kez ona özgürlüğü, o bilmediği duyguyu tattırmıştı bu gece…
O, odaya geldiğinde kapı açıktı. Girdi ama içerisi boştu. Yatağı düzeltilmiş ve eşyaları toplanmıştı. Aklından geçen o kötü ihtimale inanmak istemediyse de o gerçekle yüzleşti. Gözlerinden yaşlar boşaldı sessizce, çığlıkları bastırırcasına…
Odanın köşesinde ona ait bir tablo duruyordu. Resme yakından baktı. Resimde cam fanusun kapısından çıkan ve onu bekleyene kavuşan bir adam vardı, hava yağmurlu, arkada ise caddeler ve sokaklar vardı. Ama resim tamamlanmamıştı, tamamlanamamıştı… Bu tablo onun özgürlüğünün resmiydi ve onunki gibi yarım kalmıştı.
O, yerinden tabloyu aldı ve yine ilk gelişi gibi sessizce aynı odadan şimdi yavaş adımlarla, bir daha dönememek üzere çıkıyordu. Ama ilk gelişinden farklı olan bir gerçek vardı. Bu, bir ömrün geçtiği ve birçok şeyin yaşandığı odada asıl kahraman yoktu. Bu duvarlar onun her hâlini görmüş ve son gününde yıllar sonra onun ilk özgürlüklerine kavuşmasına şahit olmuştu… O gittikten sonra başkaları bu odaya gelebilirdi ama kimse onun kadar özgür çıkamazdı…
.....Efsûnkâr....

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder