Nasıl başlanacağı
bilinmeyen cümleler var, bir de nasıl biteceği bilinmeyen cümleler. İkisi arasında
büyük uçurumlar yok. Madalyonun iki yüzü gibi gelmişlerdir hep bana. Bir şairin
bahsettiği kelimeler arasındaki sonsuz boşluklarda salınıyormuşum gibi
hissediyorum. Tüm kelimeler bir anda sayfadan düşüvermiş de boşluklar arası
karakter sınırı aşılmışçasına sonsuz bir boşluk benimkisi. Bir paragraf etmeyen
ömrümde henüz ikinci cümleye başladığımı bile sanmıyorken ilk cümlemin
bittiğinden de emin değilim. Ne demiştik, sahi cümlelere nasıl başlanır unuttum,
uzun kelimeler geçti ilk cümle başlangıcımdan…
Noktaları severim ben.
Nettir. Bitişleri ve yeni başlangıçları gösterir. İlk başlangıç cümlelerinin
hürmetini görür, büyük harfle başlatır. Sanki cümle sonuna kadar yazılacak her
kelime için seneye de kullanılmak üzere büyükmüş gibi! Virgül de güzeldir bazen…
Uzun cümlelerde bir an durup soluk almanızı sağlayan, özneyi tüm karmaşadan
ayırıp yaşanılanların kimin üzerinde olduğunu kuyruğuyla gösteren… Fakat üç
noktalar öyle mi? Her şeyi size, zamana, zihninize, yazının akıntısına bırakır.
Ne bir sondur ne bir başlangıç… Sonraki cümlelerin büyük harfle başlamasının
tek sebebi mecburiyet. Sevilmeyen adam üç nokta. Korkudan saygı duyulmak
zorunda kalınan sünepe, üç yüzlü bir kişilik! Noktanın asaleti, raconu yoktur
onda. Fiilleri yoktur çoğu zaman, özneleri yüklem olmuş bencillik müsveddesi
cümleler barındırır. Noktayı geçmek için hırslanışıyla iki yanına aldığı
korumalarıyla dolaşabilir ancak! Nokta, tek tabanca takılır oysa, atıldığı
cümleyi mermi misali öldürür.
Üç noktayla bitmiş bir
cümlenin peşine takılmış, bir noktanın izini bulmaya çalışıyorum bu aralar.
Sonraki cümlenin de üç noktayla biteceğinden bihaber (!).
Aralarda yorulup
kelimeler arasındaki boşluktan salınıyorum sayfa aşağılarına baş aşağı,
saçlarımı dağıtıp… Düşeceğim bir gün farkındayım ve bir zaman sonra bilmem
hangi virgülün kancasına takılır elbisem? Ya da orak misali bekleyen hangi soru
işaretlerinin keskin yerine denk gelir ince boynum… Simsiyah mürekkep içinde
bir iki kırmızı leke kaç cümleyi sular bir gelinciğin açması için… Bilmiyorum…
Saçlarım uzun değil eskisi kadar, Rapunzel olmaktan vazgeçeli çok oldu.
Cezalandırdığım ilk şeydi belki kendimde. Bir celladın makasına sunarken tek
yapabildiğim gözlerimi yummak ve her bir telin çığlığına karşı kulaklarımı
tıkamaktı. Bir kum saati gibi kurdum onu. Milat verdiğim günden uzadığı zamana
dek iyileşmeyi beklediğim. Sahi, saçlarımın hızlı uzadığını, yaraların bu kadar
çabuk iyileşemediğini hesaba katamadım… “Gibi” yaptım. Gibi oldukça, gerçekten
gibi olunuyor sandım. Bence başlı başına bir “gibi” ler cümlesiyim. Kim bilir
gerçek hangisi? Hayaller dünyasında bir salıncağı olan biri için ne kadar
gerçekse “gerçek”, o kadar işte!
Nefes nefese koşuyorum
harfler arasında… Satır patikalarında kan ter ve mürekkep içinde, nefesim
kesilene dek koşuyorum. Kalemlerin ucu, eskimiş spor ayakkabıları gibi
tükenmeye başladı. Bir yerde durmam gerekecek biliyorum. Yorulduğum ve yere
kapaklandığım bir “nokta”. Dizlerimin üzerine düştüğüm… Su diye içtiğim
mürekkebin tükendiğini farkettiğim, ayaklarıma harflerin kıymıklarının ve noktalama
işaretlerinin dikenlerinin battığı acıyla kıvranırken, yüreğimdeki şimşeklerin
bir yağmurun gelişini haber verdiği bir an… Ağzımdan fırlayacak bir yıldırımın
peşi sıramdaki tüm kelime ağaçlarını ve paragraf ormanlığını yaktığı bir doğal acı
afeti sonrası arkamda bıraktığım alevlerin üzerine yağacak birkaç gözyaşı…
Gün
doğarken tüm geceden kalan mürekkebi dağılmış, ne cins bir kelime olduğu belli
olmayan söz öbeklerini taşıyan ıslak ve pörsümüş bir kağıdın son paragrafındaki
imza gibi sağa yaslanmış, yorgun, ellerinde gecenin alevlerinden kalmış
yanıklar, yüreğinde suçlu bulutları saklamanın verdiği sır ve koşarken fark edilmeden
uzamış saçlarıyla oturan bir kız çocuğu… Bir nokta uğruna tüm kağıdı yaktığı
için bir daha içinde volkanlar kopsa ağzından bir gram duman sızdırmamaya ant
içmiş kız çocuğu… Artık sayfanın en sağ alt köşesinde sayfa boşluğu yerine
masadan aşağı, daha büyük boşluklara bakan kız…
Efsûnkâr

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder