Altın kalem kağıda döklünce, kağıt kalemden daha değerlenir.

3 Mart 2014 Pazartesi

YOSMA

    
   Hüznü satın alırım ben. Mululuklarımdan verip hüznü satın alırım. Yoksa ilham perilerim aç kalır benim… Gözyaşlarımla yıkar, mendillerimle örterim üzerlerini. Uykuya daldıklarında kalemim derin nöbetini sessizliğe devreder. Kağıt ya hüznü taşıyamaz da mürekkebini bulaştırmaya başlar avuçlarıma, ya da gülümseyeyim derken köşelerini fazla kırıştırıverir. Öyleki okunamaz bir hal alır en sonunda…
                Duygu hamalı kağıtlar yaşlandıkça ve sarardıkça inlemeye başlar dokundukça. Dosya hastanelerimin sedyeleri doludur her zaman. Bu yüzden çok kayıp vermişimdir çöp mezarlıklarına… Ağlamadım arkalarından hiç. Çünkü kalemimden akan her damla mürekkebin karanlığına gömdüğüm onca efsunlu kelimenin arkasına gizlerim duyguların en lanetlilerini. Yazma ayinimde kalem kurbanımın mürekkep kanının beni kurtaracağına inanmak… inanmak… evet, buna inanıp lanet kusmak gözlerden kimi zaman…  Uğursuz sözler mırıldanmak hafızadan…  ve belki de uğursuz bir şiire yazıya dönüşmesine izin vermek… Sırf okuyana da aşılamak için bu zehri. Belki acımasız, belki bencilce… Ama hüznü paylaşmak bencilliğimizin en güzel ironisi değil midir zaten?
                Çöp mezarlığına gömdüğüm cümlelerin arkasından anılarına sayfalarca ağıt yazmak değil de nedir tüm bunlar? Maktulunun arkasından ağlayan katillere dönmüşsem şarkıların da suçu var! Melodilerin ruhuma işlediği her nakışta ilham perilerim canlandı. Canımı yaktıkça nota iğneleri ilham perileri uçuşmaya başlıyordu baş ucumda. Ve sonrasında hiç susmayan sesler, sesleri… ve ardından her sesin birer harf olarak döküldüğü yeni sayfa meydanları… nokta kurşunlarının olduğu, virgül mızraklarının can yaktığı ve oluk oluk üç noktanın aktığı bir savaş meydanı… Harf askerlerimin bile artık birleşip kuramadığı ucuz ve bozulan cümlelerim… derken bir sessizlik… Ne galibi çıkan ne de mağlubu olan zarari bir aklı fikir savaşı ve yürek komutanının bile artık çaresiz kaldığı zaman, her şeye inat ağlarım o zaman. Mutluluğa da hüzne de acıya da ağlarım işte… Yaptığı her şeyi yakıp yıkan derbeder bir yosmadan başka bir şey olmuyorum o zamanlarda. Orhan Veli’nin kaldırımlarda elinde gül taşıyan yosmalarındanmışçasına zihnimde sevgi gülünü hala taşıyor olacağım. Merhamet kokusunu salarken etrafına, aşkın renk verip parlattığı yapraklarının hemen altında duran intikam dikenlerine kaç bülbülü kurban edecek kim bilir…
               Bülbülünüzün gelmesinden önce dikenlerinizden kurtulmanız temennisiyle... 
                              
                                                                                                                               Efsûnkâr





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder