Hüznü satın alırım ben.
Mululuklarımdan verip hüznü satın alırım. Yoksa ilham perilerim aç kalır benim…
Gözyaşlarımla yıkar, mendillerimle örterim üzerlerini. Uykuya daldıklarında
kalemim derin nöbetini sessizliğe devreder. Kağıt ya hüznü taşıyamaz da
mürekkebini bulaştırmaya başlar avuçlarıma, ya da gülümseyeyim derken
köşelerini fazla kırıştırıverir. Öyleki okunamaz bir hal alır en sonunda…
Duygu hamalı
kağıtlar yaşlandıkça ve sarardıkça inlemeye başlar dokundukça. Dosya
hastanelerimin sedyeleri doludur her zaman. Bu yüzden çok kayıp vermişimdir çöp
mezarlıklarına… Ağlamadım arkalarından hiç. Çünkü kalemimden akan her damla
mürekkebin karanlığına gömdüğüm onca efsunlu kelimenin arkasına gizlerim
duyguların en lanetlilerini. Yazma ayinimde kalem kurbanımın mürekkep kanının
beni kurtaracağına inanmak… inanmak… evet, buna inanıp lanet kusmak gözlerden
kimi zaman… Uğursuz sözler mırıldanmak
hafızadan… ve belki de uğursuz bir şiire
yazıya dönüşmesine izin vermek… Sırf okuyana da aşılamak için bu zehri. Belki
acımasız, belki bencilce… Ama hüznü paylaşmak bencilliğimizin en güzel ironisi
değil midir zaten?
Çöp mezarlığına
gömdüğüm cümlelerin arkasından anılarına sayfalarca ağıt yazmak değil de nedir
tüm bunlar? Maktulunun arkasından ağlayan katillere dönmüşsem şarkıların da
suçu var! Melodilerin ruhuma işlediği her nakışta ilham perilerim canlandı.
Canımı yaktıkça nota iğneleri ilham perileri uçuşmaya başlıyordu baş ucumda. Ve
sonrasında hiç susmayan sesler, sesleri… ve ardından her sesin birer harf
olarak döküldüğü yeni sayfa meydanları… nokta kurşunlarının olduğu, virgül
mızraklarının can yaktığı ve oluk oluk üç noktanın aktığı bir savaş meydanı…
Harf askerlerimin bile artık birleşip kuramadığı ucuz ve bozulan cümlelerim…
derken bir sessizlik… Ne galibi çıkan ne de mağlubu olan zarari bir aklı fikir
savaşı ve yürek komutanının bile artık çaresiz kaldığı zaman, her şeye inat
ağlarım o zaman. Mutluluğa da hüzne de acıya da ağlarım işte… Yaptığı her şeyi
yakıp yıkan derbeder bir yosmadan başka bir şey olmuyorum o zamanlarda. Orhan
Veli’nin kaldırımlarda elinde gül taşıyan yosmalarındanmışçasına zihnimde sevgi
gülünü hala taşıyor olacağım. Merhamet kokusunu salarken etrafına, aşkın renk
verip parlattığı yapraklarının hemen altında duran intikam dikenlerine kaç
bülbülü kurban edecek kim bilir…
Bülbülünüzün gelmesinden önce dikenlerinizden kurtulmanız temennisiyle...
Efsûnkâr

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder