Altın kalem kağıda döklünce, kağıt kalemden daha değerlenir.

28 Temmuz 2011 Perşembe

BEN SADECE YAĞMURUN YAĞMASINI İSTEDİM

     
      Ben sadece yağmurun yağmasını istedim, güneşin kızıp üzüldüldüğünü ve ağladığını hiç düşünmedim. Yağmur nasıl yağardı? Bulutlar atmosfer... Ben hiç bilmedim güneşin insanlara kızıp onları terk ettiğini, küçük çocuk gibi küsüp bulutların arkasına gizlendiğini, hüngür hüngür ağladığını bilemedim... Her hıçkırığında göklerin gürlediğini sandım, her gözyaşını bizi bizden arındıran şu kirlenmiş dünyayı bir nebze yıkayan birer damla yağmur olduğunu sandım... Ama küçükken biliyordum ben büyüyünce böyle öğretmiyorlar mıydı? Büyüdükçe her doğru sandığımızın aslında birer yalandan ibaret olduğunu öğretmediler mi hep? Ya da bizler öğrendik denmeli…
     Yine çocukken olduğu gibi şimdi bir kez daha anladım... Güneş ağladığında kararan o bulutların güneşin gözyaşına bulanmış elbiseleri olduğunu... Yağan her damlanın neden bu kadar hırçın olduğunu... Sessiz başlayan bir yağmurun neden sonradan birden hızlandığını ve yine sığlaşıp durduğunu... Tıpkı bir çocuktu güneş... Çocukken ne zaman ağlasam yağmur yağar sanırdım bir yerlerde. Hiç bilmediğim bir yerde hiç bilmediğim insanları mutlu edecek olan birkaç damla yağmurun yağdığını sanırdım... Önce sessiz başlardım ağlamaya, sonra en üst noktaya bağıra, hıçkıra hıçkıra çıkardım... Tıpkı asileşen yağmur gibi... Yavaş yavaş yorulurdum ağlamaktan ve az önce ağladığım şeyler içimde küçük çamurlar yaratırdı. İlerde kurusa bile hep kalacak olan... Ama hiç bir zaman onu yıkayacak bir yağmur olmayan. Sonra ya uyuya kalırdım yorgunluktan ya da bayılırdım kendimce. Aslında bayılmazdım sadece bayılmak için bin kere dua ederdim. Bayılırsam her şey bitecek, tüm acılarım dinecek sanırdım çocukça... Ağlamaktan yorulduğumda artık her şeyi teslim etmiş olduğumu ve verecek hiçbir şeyimin kalamadığını düşünürdüm. Ne bir tebessüm, ne bir duygu ne bir düşünce, ne bir kendindelik... Her şeyini yitirmiş görevi sonlanmış bir kuru çiçek gibi hissederdim... Bayılmak benim için bu yüzden hep bir kurtuluştu. Nihayetinde verebileceğim tek bir şey kalmıştı: nefesim… Ama ölmekten de korkardım ben. Her ne kadar çocuk aklımla ölmek için dua etsem de o küçücük bedendeki büyük gururumun maşasıydı bu. Sadece bana acı çektirenlere birer ceza olmasını düşündüğüm içindi. Ama bize anlatılan ölüm o kadar kötü gelirdi ki bir anda gurur denen içimdeki rehbere yediremeden bir yandan da ölmemeyi isterdi bir tarafım. O yüzden hep ölmek için değil bayılmak için isteklerde bulunurdum.
       İnsanlar mutlu olduğunda yanlarında bizim hiç görmediğimiz renkli balonların oluşup büyüdüğünü sandım yıllarca. Belki de hala böyle düşünmekten vazgeçmemişimdir. Mutlu olduklarında boyu büyüyen kalp, çiçek, kelebek iyi olan ya da o masallarda bize anlatılan imgelerden renkli balonlar... Ama mutsuz olduklarında, üzüldüklerinde, kırıldıklarından bir iğne ile delinmiş ve havası bir daha mutlu olana dek boşalmakta olan balonlar... Bazı insanlarınki tamamen boşalmış ve bir daha hiç şişmemiş, kimisininki anında müdahaleye uğramış, kimisinin balonu onu terk edip gökyüzüne yükselmiş ve kimisininki de deliğine bir bant yapıştırılmış... Sahte mutluluklarla, kendilerini avutarak balonlarına yamalar yapmışlar. onlarınkisi çirkin artık. Renkleri o bantlardan görünmez olmuş. Ben balonumu hep o gökyüzüne kaçmışlardan varsaydım.
      Geceleri yıldızları izledim evet... Onlara balonumu sordum yıllarca. Her gece yatmadan onlarla konuştum. Bir yıldızım vardı beni terk etmeyen. Hep aynı yerinde beni bekleyen… En iyi dostumdu o benim. Günlüklerimde adı geçen tek yıldızım. Şiirlerime konu olan ve birilerini ona benzettiğim tek yıldızım... Onunla konuşup balonumu bulmasını rica ederdim. Çünkü onun da yıldızımın olduğu kadar yükseklerde beni aradığını bilirdim. Belki saçma belki sapan ama o yıldızla konuşmak belki de çocuk ruhumun rahatlamasını, bir nebze mutlu olmasını, huzur bulmasını sağlıyordu. Güneşin olduğu vakitleri kötü geçen biri nasıl olur da güneşi yıldızdan çok severdi ki zaten. O yüzden ben hep yağmur yağsın istedim. Güneş de artık benim gibi ağlasın istedim. Bana yaşattıklarından sonra tıpkı benim gibi saklanıp odasının bir köşesinde hep ağlasın istedim. Buluttan elbiseleriyle kızarmış gözlerini saklasın istedim. Gök gürültüleriyle burnunu çeksin istedim... İçimdeki o yetişkin gurur bunun olmasını istiyordu ya da bana istetiyordu. Yıldızımla konuştuğumda ona yatmadan ufacık tebessüm ederdim küçük oda camımdan. Bu tebessüm ona ulaşıp her gün biraz daha onu parlatırdı gözümde. Belki de yüreğimin bir köşesinde saklı kalmış ama karanlıkta görülemeyen o güneşimi de parlatmaya başladı ben fark etmeden. Çoğu kez kendimle konuşuyorum sandılar. Dinlemeye başladılar ama kaçtım. O soğuk gecelerde bile balkonun soğuk zemini üzerinde küçük ayaklarımın sesi duyuluyordu ıssız gecelerde. Yıldızımla konuşup öyle giderdim yatağıma. Hasta olmadım değil bu yüzden. Ama hasta yatağımda bile onunla her şeye rağmen konuşmaktan hasta olduğumu bilsem de ona hep tebessüm ettim. Gözlerimi kapadığımda bazı rüyalarda yıldızlı bir gökyüzünün altında başım kollarımın üzerinde yine onca yıldız arasından onunla konuştuğumu görürdüm.
       Her yıldız birer insanmış gökyüzünde... Bunu öğrendiğimde yıllarca belki de kendi yıldızımla konuştuğumu düşündüm. Daha da sevindim buna. Çünkü o da benim gibiydi. Ufacık yaşına bakmadan baş kaldırabiliyordu her şeye ve benim gibi gururunun maşası olmuştu aslında hiç fark etmeden. Ama yine de beni en iyi anlayabilecek olanın yine ben olduğunu düşünmek sevinç veriyordu bana belki de şanslı olduğumu hissettiriyordu.
      Yine bir yaz gecesi dolunay tam da odama bir gece lambası gibi vururken koştum yıldızımla konuşmaya...  Günlük yakınmalarımı, ona yapması ve yapmaması gerekenleri anlatmak için. Bundan sonra almamız gereken kararları almamız için. Bundan böyle gurur denen o mızıkçıyı oyunumuzdan çıkarmamız için... Ona baktım, yıllarca masum tebessümlerimle, ne kadar ağlamaktan kızarmış ve açılmaya gücü kalmamış olan gözlerimle bile ettiğim tebessümlerle onca yıl nasıl da parladığını gördüm. Belki de bu gece içimde bir yerlerde yıldızım gibi parlamaya başlayan güneşimin karanlığın ortasında nasıl da parladığını ilk kez fark edecektim onunla. Ona her zamanki tebessümümü ettim. Sanırım o da bana gülümsüyordu. Ama sonra aniden kaymaya başladı. Asil bir insanın yerinden doğrulması gibi… Nazik ve kibarca kaymaya başladı gözlerimin önünde. O kadar güzel görünüyordu ki içimden ona hiç kızamadım bile. Belki de alması gereken son tebessümdü bu dudaklarımdan ve kayarken parlamasına yarayacak olan o son tebessüm... Ve onun için ilk defa dökülen son damlaydı gözümden. O kayarken dilek tutmak zor geldi aklıma ama onca yıl çaba sarf ettiğim bir tek dostumun kayışına acımasızca kendi dileğimi koymak canice geldi. Sonrasında tam tersi yıldızımın aslında bunun için bana bir fırsat olsun diye kaydığını düşünerek tuttum dileğimi...
        Her insan bir yıldızdı gökte. Hani bu bendim ve eğer kayıyorsa nefesi sonlanan tek o olmamalıydı herhalde. Ama tuttuğum dilek benim içindi ve kayan yıldız da benimdi... Buna hiç bir zaman cevap veremedim ama o gece kayan yıldız tam da benim dostumdu. Buna emindim. Kendine yakışır endamı ve parlaklığıyla gözlerimden kaymış ve yaşamının sonunda kendini benim için feda etmişti. Onu yakalamak, tutmak ve bir kavanozda saklamak isterdim o güneşe inat. Ellerimi uzattım... Ama o çoktan yok olmuştu bile... Kaymış yıldızların arasında başka bir atmosferde başka bir geceyi aydınlatıyordu. Başka bir çocuğun tebessümleriyle tekrar parlayacak ve onun da kalbinde bir güneşi parlatacaktı. O gün vazgeçtim artık kaybolmuş balonumdan. Yıldızım bile onu bulamamıştı ki ben bulayım. O çoktan benim olmaktan çıkmıştı bile. Belki de o da çoktan ipi ellerine kelepçe gibi bağlanmış bir çocuğundu artık. Beni terk eden balonum artık özgür değildi... Zaten bunu istemiyor muydum, bana ihanet etmişti o ve beni terk etmişti şimdi tutsak olma sırası ondaydı... Yıldızım kaymış, balonum kaybolmuştu... Peki ya şimdi kaybedebilecek neyim vardı benim? Asıl şimdi neyim vardı? Gözlerimi gecenin ve başka yıldızların altında kaparken gördüm içimde parlayan o şeyi. Neydi o? bir yıldız mı? Hayır, hayır bir güneşti bu... Tam da karanlık olan köşemi aydınlatan bir güneş… İyi ama ben yıllarca onun acı çekmesini, ağlamasını istemişken nerden gelip de yüreğimin bir köşesine yerleşivermişti ki? ben kötüydüm,onu hiç sevmedim ama o neden şimdi buradaydı.?.... Anlaşılan yıldızım kaymadan önce benim için bir şeyler daha yapmıştı benden habersiz. Hiç görmediğim ve yıllar önce yüreğimin küçük, karanlık ve o rutubet kokan odasına kilitlediğim güneşimi parlatmıştı yeniden. Hem de tam onu kaybetmişken yerini alması için bir gelin gibi süslemişti... Şimdi ne mi istiyorum… Evet, hala onun ağlamasını istiyorum... Ama bu kez içimdeki gurur için değil bilakis benim için ağlamasını istiyorum... Yüreğimdeki kurumuş onca çamuru temizlesin diye, geçmişten kalan her şeyi gözyaşlarının saflığıyla yıkasın, temizlesin diye... Ve bana yeniden huzur vermesi ve kayıp balonumun yerine yepyenisini, capcanlı renklisini koymam için...
      Evet, yine ben sadece yağmurun yağmasını istedim. Bu kez içimdeki güneş ağlasın istedim. Sonra bir daha asla beni bırakmadan hep kayan yıldızım olsun istedim... Ben aslında herkese inat hep o yıldızım, hep o güneşim olmayı istedim... Belki de yaşama bir gökkuşağı olmayı, ya da bir dileklik yaşam olmayı istedim bile bile...
                                     .............Efsûnkâr...............

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder