Altın kalem kağıda döklünce, kağıt kalemden daha değerlenir.

13 Ağustos 2017 Pazar

Noktalar Peşinde


Nasıl başlanacağı bilinmeyen cümleler var, bir de nasıl biteceği bilinmeyen cümleler. İkisi arasında büyük uçurumlar yok. Madalyonun iki yüzü gibi gelmişlerdir hep bana. Bir şairin bahsettiği kelimeler arasındaki sonsuz boşluklarda salınıyormuşum gibi hissediyorum. Tüm kelimeler bir anda sayfadan düşüvermiş de boşluklar arası karakter sınırı aşılmışçasına sonsuz bir boşluk benimkisi. Bir paragraf etmeyen ömrümde henüz ikinci cümleye başladığımı bile sanmıyorken ilk cümlemin bittiğinden de emin değilim. Ne demiştik, sahi cümlelere nasıl başlanır unuttum, uzun kelimeler geçti ilk cümle başlangıcımdan…

Noktaları severim ben. Nettir. Bitişleri ve yeni başlangıçları gösterir. İlk başlangıç cümlelerinin hürmetini görür, büyük harfle başlatır. Sanki cümle sonuna kadar yazılacak her kelime için seneye de kullanılmak üzere büyükmüş gibi! Virgül de güzeldir bazen… Uzun cümlelerde bir an durup soluk almanızı sağlayan, özneyi tüm karmaşadan ayırıp yaşanılanların kimin üzerinde olduğunu kuyruğuyla gösteren… Fakat üç noktalar öyle mi? Her şeyi size, zamana, zihninize, yazının akıntısına bırakır. Ne bir sondur ne bir başlangıç… Sonraki cümlelerin büyük harfle başlamasının tek sebebi mecburiyet. Sevilmeyen adam üç nokta. Korkudan saygı duyulmak zorunda kalınan sünepe, üç yüzlü bir kişilik! Noktanın asaleti, raconu yoktur onda. Fiilleri yoktur çoğu zaman, özneleri yüklem olmuş bencillik müsveddesi cümleler barındırır. Noktayı geçmek için hırslanışıyla iki yanına aldığı korumalarıyla dolaşabilir ancak! Nokta, tek tabanca takılır oysa, atıldığı cümleyi mermi misali öldürür.
Üç noktayla bitmiş bir cümlenin peşine takılmış, bir noktanın izini bulmaya çalışıyorum bu aralar. Sonraki cümlenin de üç noktayla biteceğinden bihaber (!).

Aralarda yorulup kelimeler arasındaki boşluktan salınıyorum sayfa aşağılarına baş aşağı, saçlarımı dağıtıp… Düşeceğim bir gün farkındayım ve bir zaman sonra bilmem hangi virgülün kancasına takılır elbisem? Ya da orak misali bekleyen hangi soru işaretlerinin keskin yerine denk gelir ince boynum… Simsiyah mürekkep içinde bir iki kırmızı leke kaç cümleyi sular bir gelinciğin açması için… Bilmiyorum… Saçlarım uzun değil eskisi kadar, Rapunzel olmaktan vazgeçeli çok oldu. Cezalandırdığım ilk şeydi belki kendimde. Bir celladın makasına sunarken tek yapabildiğim gözlerimi yummak ve her bir telin çığlığına karşı kulaklarımı tıkamaktı. Bir kum saati gibi kurdum onu. Milat verdiğim günden uzadığı zamana dek iyileşmeyi beklediğim. Sahi, saçlarımın hızlı uzadığını, yaraların bu kadar çabuk iyileşemediğini hesaba katamadım… “Gibi” yaptım. Gibi oldukça, gerçekten gibi olunuyor sandım. Bence başlı başına bir “gibi” ler cümlesiyim. Kim bilir gerçek hangisi? Hayaller dünyasında bir salıncağı olan biri için ne kadar gerçekse “gerçek”, o kadar işte!

Nefes nefese koşuyorum harfler arasında… Satır patikalarında kan ter ve mürekkep içinde, nefesim kesilene dek koşuyorum. Kalemlerin ucu, eskimiş spor ayakkabıları gibi tükenmeye başladı. Bir yerde durmam gerekecek biliyorum. Yorulduğum ve yere kapaklandığım bir “nokta”. Dizlerimin üzerine düştüğüm… Su diye içtiğim mürekkebin tükendiğini farkettiğim, ayaklarıma harflerin kıymıklarının ve noktalama işaretlerinin dikenlerinin battığı acıyla kıvranırken, yüreğimdeki şimşeklerin bir yağmurun gelişini haber verdiği bir an… Ağzımdan fırlayacak bir yıldırımın peşi sıramdaki tüm kelime ağaçlarını ve paragraf ormanlığını yaktığı bir doğal acı afeti sonrası arkamda bıraktığım alevlerin üzerine yağacak birkaç gözyaşı…

Gün doğarken tüm geceden kalan mürekkebi dağılmış, ne cins bir kelime olduğu belli olmayan söz öbeklerini taşıyan ıslak ve pörsümüş bir kağıdın son paragrafındaki imza gibi sağa yaslanmış, yorgun, ellerinde gecenin alevlerinden kalmış yanıklar, yüreğinde suçlu bulutları saklamanın verdiği sır ve koşarken fark edilmeden uzamış saçlarıyla oturan bir kız çocuğu… Bir nokta uğruna tüm kağıdı yaktığı için bir daha içinde volkanlar kopsa ağzından bir gram duman sızdırmamaya ant içmiş kız çocuğu… Artık sayfanın en sağ alt köşesinde sayfa boşluğu yerine masadan aşağı, daha büyük boşluklara bakan kız…

                                                                                                                                Efsûnkâr