Bugün yine büyüdüm ben. İçimdeki boşluklar büyüdü sanki, bedenim küçüldü. Göğüs kafeslerimi bir kitap gibi açsam, içini kemirmiş güveler fışkırıverecek adeta… Bir sürü sözcüğüm var ağzımdan dökülen, bir sürü sese dönüşüp anlamlı bir bütün halinde kendini ifade eden. Her nedense büyük bir yetersizlik var sanki dilimde, hiç keşfedilmemiş kelimeler, hiç dile getirilememiş konuşmazlıklarım kalıyor içimde. Ambalaj gibi her şey, sözcüklerim, mimiklerim, gösterdiklerim… Yabani bir ot var içimde büyüyen, toprağın altında…
Kül olup rüzgarda uçsam diner mi? Damla olup yere düşsem biter mi? Gün olup batsam söner mi?
Öyle bir yalnızlık var ki içimde, en kalabalıklara karışmış… Öyle bir his var ki ruhumda, en büyük gülüşlerin ardına gizlenmiş… Dört bir yandan çivili duvarlar sarmalıyor sanki, öylesine gücüm yok ki hiçbir şeye… Sanki güzel olan her şey ölmüş, iyi olanlar soluyor. Elimde direndiğim her cephe bir bir düşüyor sanki. Sevdiğim her şey yitip gitmek zorundaymış gibi gün gün, teker teker tükeniyor. Tutamıyorum. Ellerim acıyor ama tutamıyorum! Mum gibi eriyor her şey. Görüyorum, tutamıyorum… Mumun alevine çarpan pervaneler gibi yanıyor gönlüm, söndüremiyorum. Keşke yine ben çocuk olsam, yemeği yemeyen de ben olsam, ilaçları tüküren de, ağlayan da, yalnız kalamayan da, doktorlardan korkan da… Büyümemeli insan, en azından bir yere kadar…
Hangi duyguyla savaşmam gerektiğine karar veremiyorum. Hüzünler arasında seçim yapabilecek kadar lüks içindeyim. En kötü olanı bulmaya çalışıp ötekisini değersizleştirmeye çalışıyorum. Ama beceremiyorum. Can’ım da pek kalmadı.
Bunca serzenişim güzeli görme arzusu değil. Çoktan vazgeçtim ben. Güzel, iyi ve mutlu olma arayışında da değilim. Koyu kahverengi bakıyorum hayata, olması gerektiği gibi. Azıcık sarı çokça siyah.
Yıldızlar döküldü, Ay dede de yaşlandı gitmek üzere, Nokta’nın üzerine yazarının göz yaşı düştü ve dağılıverdi tüm mürekkebi, renkli tuşlu piyanoların boyası söküldü, Sarı salıncaklar fırtınada koptu… Bu enkazın içinde bunca cesetle birlikte, gecenin karanlık ayazında yere oturmuş öylece ağlıyorum… Tek bildiğim bu… Tek yapabildiğim bu… Tek canlılığım bu… Tek… ve bu…