Renklerin uçucu birer maddenin hali olduğunu bilmezdim. Gün geçtikçe anlıyorum, buharlaşmasını izliyor gibiyim adeta. Büyüdükçe bir yanım buharlaşıyor gibi, yeniden yeşerip yeşermeyeceğini bilmediğim şeyler…
Gökyüzüne balonlar gönderen, Ay Dede’siyle konuşan ve topuklularıyla sarı çocuk kilitli salıncaklarda sallanan kızı sakladım mı kaybettim mi bilmiyorum. Sonbaharda sokak sokak dolaşıp sararmış yaprakları toplayan, kitap sayfalarını tüm alerjisine rağmen buram buram koklayan, yağmuru seven, hüznü hazine bilen kız… Tek değişmeyen şey gözyaşı damlasının hükmüne mağrur kalışım. Belki de her şeye bu kadar ağlamak istememin nedenlerinden biri de şimdilerde sevmediğim yağmurları göz bulutlarında korumak istememdir, kim bilir.
Mikroskop mercekli gözlerim ışığını yitirmiş sanki, kaldırım taşları arasındaki çiçekleri göremiyorum, yağmurdan kaçındığım botlarımın altında kalıyor…
Nasıl bu kadar renksiz ve katılaştım en son hatırlamıyorum. En nefret ettiğim renk bulaşıyor hayattaki görüntüme. Griler var üzerimde, son kalan renk damlacıkları da yıkanıyor sanki göz yaşlarımla… Hiç insan kendini özler mi? Peki ya iki ben varsa? Öyle anlar var ki, Efsûnkâr’ı özlüyorum… Hangi piramidin lahitlerine en değerli boyalarımla gömdüm seni, dirildiğinde ruhumu yeniden renklendir diye? Hangi korku kumlarıyla örttüm seni? Hangi kelimelerimi sakladım o duvarlarında mabedinin? Ruhunun çıkıp gitmesine izin verecek özgürlük kapısını nereye sakladım? İyice mumyalayabildim mi seni sahi, gözyaşlarımla?
Her yeni yaşım Medusa’nın gözlerine bir bakış daha adeta, ruhumun bir parçasının daha taşlaştığı. Boyamayı bıraktım, suya dokunmayı, sözleri işlemeyi, hislerimi pişirmeyi, Ay Dede ile konuşmayı… İsteyerek olmadı ki! Zaman yangınının içinden canhıraş kaçarken oluvermiş hepsi. Özür dilerim renkli tuşlu piyanolar düşleyen kız, siyah beyaz bir nota defteriyim şimdilerde, çığlıkları hapsolmuş ve çalacak parmakları ilk taş kesen yanı olan. Ama biliyor musun, renkli tuşları olan piyanolar varmış gerçekten!
Seni çok özledim uzun saçlı küçük kız… Umarım bir gün bir Güneş, piramidinin içine sızmak için doğar ve seni sıcaklığıyla sarar. Çünkü bu aralar rotanı bilmiyorum. Ama bir gün geleceğim ve bu kez ağlayışlarımla kutsayıp kendimizi, binbir renk boyalarla boyayacağız bedenimizi. El ele Güneş’e çıkacağız sonra, saçlarımızdan salıncaklar olacak sallanacağımız. Sonra yıllardır sakladığımız ağaç yaprakları serilecek yollarımıza… Gökyüzünden rengarenk balonlar geçecek, bir tanesi önümüze düşüverecek, yara bandı olan… İşte o gün virgülle noktayı yanyana yazacağız, söz sana!
Efsûnkâr'dan Arta Kalan Biri