Altın kalem kağıda döklünce, kağıt kalemden daha değerlenir.

27 Haziran 2014 Cuma

BİR CELLADIN AŞKI


   Son zamanlarda aldırış etmiyorum hor görmelerine. Alışması zor oldu aslında. Yüreğimin merhamet suyunu kurutmak da öyle. Hani bir okyanusu tamamen buharlaştırmak gibi bir şeydi bu. Belki de nefret kanı bulaşmasaydı berrak okyanusuma, bu adam olmayı seçmezdim. İyi mi kötü mü bilemiyorum. Tek bildiğim gerçek var o da başından beri sıkı sıkıya sarıldığım intikam duygusu…     
                Çok iyi değildir tipim, hani herkesin gördüğü gibiyimdir. Bana sorarsanız biraz da çirkin. Ama boş versenize kötü adamlar her zaman çirkindir… Cellat olmadan önce nasıl bir hayatım vardı bilemiyorum. Sanki bu aleme hep cellat olarak gelmişim gibi… Ne o, yüzüme bakamıyor musunuz? Belki de en son söylemeliydim mesleğimi. O zaman daha sevecen dinlerdiniz. Ahh, siz masumlar… Nasıl da masumsunuzdur değil mi (!) ? Kötüler, iğrenç mahluklar bizizdir zaten ve dışarıdaki tek tehlike de bizler. Ne de olsa iyi olan sizlersiniz.(!) Biliyor musunuz, bu meslekte her şeyi gördüm ben. Karşıma titreyerek gelenler, yüzü sararıp solmuşlar, sonsuz mahkumiyet yerine bu ödüle sevinenler… her biri sizin eseriniz olan. Birer paçavra gibi adileştirdiğiniz o eserleriniz… Ah keşke şu siyah maskemi yüzümden sıyırıp da suratınıza haykırabilseydim, bazen benden bile aşağılık olduğunuzu. Çok sevgili süslü burjuvalar sizi…
                Konuşma yetim yok, görmem yetersiz, duymamsa tastamamdır. Her maktulümün çığlığını ve hemen arkasındaki sessizliğin çığlığını dahi duyacak kadar hem de.  Arkasından akan fikir kanını da yalnızca ben ve patronlarım görebilir. Size tanıtmama izin verin; bendeniz Nokta ve patronum bir sefil Yazar. Ben kendi adıma tanıştığıma memnun oldum, öteki adına konuşamayacağım, pek sevmezler karanlık yerdeki kirli adamlarının ortaya çıkmasını. Bunun için üzgünüm patron!
                Size cümleleri acımasızca nasıl katledebileceğimi anlatmayı çok isterdim, fakat buna vicdanınızın ne kadar el verebileceğine dair şüphedeyim. Aslına bakarsanız, yaş ayırt etmem. Oo bir dakika, yaş mı? Unutmuş olmalıyım, size söylememiş olmalı patron. Her kelime harf sayısı kadar yaşa sahiptir bu alemde. Ve ben yaşlı ya da bebek ayırt etmem. Ne o yüzünüz kızardı gibi? Gerçekler acıtır bazen, biz devam edelim. Görevlerimiz basittir, sessizce susturmak! Patronu kızdıran, ona itaat etmeyen her kelimeyi öldürmek ve onların cümle ailelerinin sonunu getirmek! İnanın bana bu zevki bilemezsiniz. Patronun yarattığı her karaktere, fikre, duyguya müdahale edebilmek… onun haksız egosunun tatmin oluşunu, bir sonraki cümleye büyük bir gösterişle, tüm heybetiyle, gücün kimde olduğunu gösterircesine büyük harfle başlamasından anlarım. O zaman görevim başarıyla sonlanmıştır…
                Hala bana bu kadar dehşetle bakıyor olmanıza şaşıyorum doğrusu. Ve bu kadar kör oluşunuza… Bembeyaz bu sayfa aleminde her saniye birer maktulü gözünüzün önünde susturuyorum. Ama sizler zihninizin bulanık oyunları yüzünden bunu göremeyecek kadar acizsiniz. Sanırım sizinle böyle konuşmamam gerekiyor, yoksa patronum bana oradan böyle bakmazdı. Yüzüme bakın, evet evet bana, bize! Her satırda bıraktığım eserlerime ve şekilsizliğime rağmen nasıl da harika oluşuma. Zaten sanırım şu yazı boyunca tıpkı diğerlerinde olduğu gibi sürekli göz göze geldik. Tek fark, sizle hiçbir yoldaşım konuşamadı korkusundan. Ama ben onlardan değilim, çünkü hala nefretim sıcak…
                Bir gün tüm bu kirli yaşamımın içinden sıyrılıp sayfaları gezerken, kırmızı üniformalı onu gördüm. En parlak mürekkepten dikilmişti kıyafeti. Kusursuzca, pasparlak ve en mükemmel biçimde… ilk defa saçı uzun birini görmüştüm bu işte. Boydan boya bir asalet, incecik bir beden ve o upuzun saçlar. O an durdurdum zamanı. O bir kez hakkım olan, patronuma itaatsizliği ilk kez orada kullandım. Uzun bir süre yazamadı parmakları ama olsun, değer diye düşündüm. İlham perileri cezalandıracaklardı beni az daha! Tabi yüzümdeki o ifadeyi görmeselerdi…
Görevini bilmiyordum ama bu çirkin dünyada ellerinin kirli olmaması imkansızdı. Belli ki aynı patrona hizmet ediyorduk. Ama saçları… Onlar bir şiir dünyasından çıkıp da gelmiş gibiydiler. Biz nokta cellatlarının hiç giremediği o cennetten. Bilemiyorum belki kendisi de oraya aitti tamamen. Ama hayır hayır öyleyse burada ne işi vardı? Neden bu kadar güzeldi ki sanki? Ve neden ben siyahtım? Tüm bu sorularla boğuştum durdum uzun bir süre. Sonra cevaplandırmak yerine ona kapılmayı seçtim. Ama hiçbir zaman yaklaşamadım ona. Ne zaman bir kelime yanaşsam ötesine gidemedim. Sanki saçma sapan kurallar konmuştu ikimiz için. Ne kadar garip değil mi? Düşünsenize kavuşamayalım diye konmuş kurallar! Saçma! Bir defasında hiç unutmuyorum, saliseler içerisinde yanyana gelebildik nihayet. Ama patronumun hatasıymış gibi bu hemen ayırıverdi bizi. Ama o gün ilk defa saçlarına dokunabildim, kokusunu içime çekebildim. O kadar duygu kokuyordu ki ve o kadar aşk yumuşağıydı ki kesinlikle şiir ülkesindendi. Ve o gün ilk defa üç tane olup yan yana geldim… İlk kez öldürmek yerine ne yaptığımı bilemedim. Çaresiz kaldım, tarifsizleştim ve galiba en ilginci: Susturuldum.
                En genç sözcüklerin omuzundan kafamı uzatıp çaresizce izledim onu. Bana bakardı o da elinden bir şey gelemeyeceğini gösterircesine. Uzun uzun yazılarca bakıştık durduk sadece. Bazen çok ırak düştük, bazen çok yakın ama hiçbir zaman yanyana değil.
                Bir gece yarısı tüm satırlar uykudayken uyanıverdim. Patron ilham perileriyle fısır fısır bir haldeydi. Virgül dediğini duydum birinin. Evet, evet ”Virgül” dedi. Onun lanetini konuşuyorlardı. Araftaymış diye duydum. Şiir alemiyle yazı alemi arasında, düşünceler ve duygular arasında… “Bu işler için zayıf bir halka” diyorlardı. Bir an acıdım. Öldüremiyormuş da bu yüzden. Ah, ne acı! Sonra en can alıcı kısmı duydum. “kırmızı”… Biraz ürkek biraz da duyacaklarımdan endişhe ederek dinlemeye başladım. Olamaz! Bu, bu… Yoksa? Evet, ne yazık ki lanet olasıca o kırmızı, beni üç Nokta halime dönüştürebilen o tek varlığın güzelliğiydi. Bahsedilen lanet onun kaderiydi. Ve ne yazık ki bir araya gelemeyişimiz ezelden beri yazılmış o lanetin kurallarıydı. En komik yanı, beni korumak içinmiş yan yana gelemeyişimiz. Düşünsenize sonsuza kadar üç nokta olarak kalmak…
                İşte benim hikayem. Sürekli görevlendirildiğim şu sayfa alemindeki görevlerim bu kez kendim için. Size anlatılan yalanları ve süslü dünyanızdaki aşkların bu kirli dünyada da olduğunu haykırışım. Ve kavuşamayışımızın tek nedeni, sizin yaptığımız işler sonucu hayranlığınızı kendilerine ithaf ettiğiniz patronlarımız! Ve benim en büyük nefretim de adına çalıştığım, beni var eden patronum, patronlar! Sizden ve onlardan nefret ediyorum. Anlıyor musunuz? Nefret ediyorum! O en basit cümlelerinizde bile bizi ayırdığınız her satırınızdan nefret ediyorum! Ve siz o sahte vicdanlarınızla bizi izlerken burada durup öylece suratınıza bakarak, acıma duygunuzu tatmin edişinizden de iğreniyorum. Şimdi mi? İşte tam da şimdi, tüm laneti üzerime almayı göze alarak ona gidiyorum. Duyuyor musun beni patron! O kuralları çiğneyeceksin! Anlıyor musun beni? Yoksa tüm kelimelerini birer cümleye dönüşmeden sustururum. Yaparım bunu ve yaparken bir saniye olsun acımam o korkak fikirlerine!
                Hepinize iyi günler baylar ve bayanlar. Arkadaşlarıma iyi bakın. Umarım onların hikayelerini de anlatacak bir babayiğit çıkar. Ben şimdi onun yanında sonsuzluğa kavuşmak için sabırsızlanıyorum. Onunla bir ömür bu sayfada kalacağım için mutluluktan ne yapacağımı bilmiyorum. Bu kadarı yeter, oyalamayın beni! Hoşçakalın saygıdeğer(!) patronlar ve hoşçakalın pek vefakar(!) okuyucular. Kendi duygu labirentlerinizde fikir cesetlerinizle boğulmanız ümidiyle…
“  .,

                                                Efsûnkâr