Son zamanlarda aldırış etmiyorum
hor görmelerine. Alışması zor oldu aslında. Yüreğimin merhamet suyunu kurutmak
da öyle. Hani bir okyanusu tamamen buharlaştırmak gibi bir şeydi bu. Belki de
nefret kanı bulaşmasaydı berrak okyanusuma, bu adam olmayı seçmezdim. İyi mi
kötü mü bilemiyorum. Tek bildiğim gerçek var o da başından beri sıkı sıkıya
sarıldığım intikam duygusu…
Çok iyi
değildir tipim, hani herkesin gördüğü gibiyimdir. Bana sorarsanız biraz da
çirkin. Ama boş versenize kötü adamlar her zaman çirkindir… Cellat olmadan önce
nasıl bir hayatım vardı bilemiyorum. Sanki bu aleme hep cellat olarak gelmişim
gibi… Ne o, yüzüme bakamıyor musunuz? Belki de en son söylemeliydim mesleğimi.
O zaman daha sevecen dinlerdiniz. Ahh, siz masumlar… Nasıl da masumsunuzdur
değil mi (!) ? Kötüler, iğrenç mahluklar bizizdir zaten ve dışarıdaki tek
tehlike de bizler. Ne de olsa iyi olan sizlersiniz.(!) Biliyor musunuz, bu
meslekte her şeyi gördüm ben. Karşıma titreyerek gelenler, yüzü sararıp
solmuşlar, sonsuz mahkumiyet yerine bu ödüle sevinenler… her biri sizin
eseriniz olan. Birer paçavra gibi adileştirdiğiniz o eserleriniz… Ah keşke şu
siyah maskemi yüzümden sıyırıp da suratınıza haykırabilseydim, bazen benden
bile aşağılık olduğunuzu. Çok sevgili süslü burjuvalar sizi…
Konuşma
yetim yok, görmem yetersiz, duymamsa tastamamdır. Her maktulümün çığlığını ve
hemen arkasındaki sessizliğin çığlığını dahi duyacak kadar hem de. Arkasından akan fikir kanını da yalnızca ben
ve patronlarım görebilir. Size tanıtmama izin verin; bendeniz Nokta ve patronum
bir sefil Yazar. Ben kendi adıma tanıştığıma memnun oldum, öteki adına
konuşamayacağım, pek sevmezler karanlık yerdeki kirli adamlarının ortaya
çıkmasını. Bunun için üzgünüm patron!
Size
cümleleri acımasızca nasıl katledebileceğimi anlatmayı çok isterdim, fakat buna
vicdanınızın ne kadar el verebileceğine dair şüphedeyim. Aslına bakarsanız, yaş
ayırt etmem. Oo bir dakika, yaş mı? Unutmuş olmalıyım, size söylememiş olmalı
patron. Her kelime harf sayısı kadar yaşa sahiptir bu alemde. Ve ben yaşlı ya
da bebek ayırt etmem. Ne o yüzünüz kızardı gibi? Gerçekler acıtır bazen, biz
devam edelim. Görevlerimiz basittir, sessizce susturmak! Patronu kızdıran, ona
itaat etmeyen her kelimeyi öldürmek ve onların cümle ailelerinin sonunu
getirmek! İnanın bana bu zevki bilemezsiniz. Patronun yarattığı her karaktere,
fikre, duyguya müdahale edebilmek… onun haksız egosunun tatmin oluşunu, bir
sonraki cümleye büyük bir gösterişle, tüm heybetiyle, gücün kimde olduğunu
gösterircesine büyük harfle başlamasından anlarım. O zaman görevim başarıyla
sonlanmıştır…
Hala
bana bu kadar dehşetle bakıyor olmanıza şaşıyorum doğrusu. Ve bu kadar kör
oluşunuza… Bembeyaz bu sayfa aleminde her saniye birer maktulü gözünüzün önünde
susturuyorum. Ama sizler zihninizin bulanık oyunları yüzünden bunu göremeyecek
kadar acizsiniz. Sanırım sizinle böyle konuşmamam gerekiyor, yoksa patronum
bana oradan böyle bakmazdı. Yüzüme bakın, evet evet bana, bize! Her satırda
bıraktığım eserlerime ve şekilsizliğime rağmen nasıl da harika oluşuma. Zaten
sanırım şu yazı boyunca tıpkı diğerlerinde olduğu gibi sürekli göz göze geldik.
Tek fark, sizle hiçbir yoldaşım konuşamadı korkusundan. Ama ben onlardan
değilim, çünkü hala nefretim sıcak…
Bir gün
tüm bu kirli yaşamımın içinden sıyrılıp sayfaları gezerken, kırmızı üniformalı
onu gördüm. En parlak mürekkepten dikilmişti kıyafeti. Kusursuzca, pasparlak ve
en mükemmel biçimde… ilk defa saçı uzun birini görmüştüm bu işte. Boydan boya
bir asalet, incecik bir beden ve o upuzun saçlar. O an durdurdum zamanı. O bir
kez hakkım olan, patronuma itaatsizliği ilk kez orada kullandım. Uzun bir süre
yazamadı parmakları ama olsun, değer diye düşündüm. İlham perileri
cezalandıracaklardı beni az daha! Tabi yüzümdeki o ifadeyi görmeselerdi…
Görevini bilmiyordum ama bu çirkin dünyada ellerinin kirli
olmaması imkansızdı. Belli ki aynı patrona hizmet ediyorduk. Ama saçları… Onlar
bir şiir dünyasından çıkıp da gelmiş gibiydiler. Biz nokta cellatlarının hiç
giremediği o cennetten. Bilemiyorum belki kendisi de oraya aitti tamamen. Ama
hayır hayır öyleyse burada ne işi vardı? Neden bu kadar güzeldi ki sanki? Ve
neden ben siyahtım? Tüm bu sorularla boğuştum durdum uzun bir süre. Sonra
cevaplandırmak yerine ona kapılmayı seçtim. Ama hiçbir zaman yaklaşamadım ona.
Ne zaman bir kelime yanaşsam ötesine gidemedim. Sanki saçma sapan kurallar
konmuştu ikimiz için. Ne kadar garip değil mi? Düşünsenize kavuşamayalım diye
konmuş kurallar! Saçma! Bir defasında hiç unutmuyorum, saliseler içerisinde
yanyana gelebildik nihayet. Ama patronumun hatasıymış gibi bu hemen ayırıverdi
bizi. Ama o gün ilk defa saçlarına dokunabildim, kokusunu içime çekebildim. O
kadar duygu kokuyordu ki ve o kadar aşk yumuşağıydı ki kesinlikle şiir
ülkesindendi. Ve o gün ilk defa üç tane olup yan yana geldim… İlk kez öldürmek
yerine ne yaptığımı bilemedim. Çaresiz kaldım, tarifsizleştim ve galiba en
ilginci: Susturuldum.
En genç
sözcüklerin omuzundan kafamı uzatıp çaresizce izledim onu. Bana bakardı o da
elinden bir şey gelemeyeceğini gösterircesine. Uzun uzun yazılarca bakıştık
durduk sadece. Bazen çok ırak düştük, bazen çok yakın ama hiçbir zaman yanyana
değil.
Bir
gece yarısı tüm satırlar uykudayken uyanıverdim. Patron ilham perileriyle fısır
fısır bir haldeydi. Virgül dediğini duydum birinin. Evet, evet ”Virgül” dedi.
Onun lanetini konuşuyorlardı. Araftaymış diye duydum. Şiir alemiyle yazı alemi
arasında, düşünceler ve duygular arasında… “Bu işler için zayıf bir halka”
diyorlardı. Bir an acıdım. Öldüremiyormuş da bu yüzden. Ah, ne acı! Sonra en
can alıcı kısmı duydum. “kırmızı”… Biraz ürkek biraz da duyacaklarımdan endişhe
ederek dinlemeye başladım. Olamaz! Bu, bu… Yoksa? Evet, ne yazık ki lanet
olasıca o kırmızı, beni üç Nokta halime dönüştürebilen o tek varlığın
güzelliğiydi. Bahsedilen lanet onun kaderiydi. Ve ne yazık ki bir araya gelemeyişimiz
ezelden beri yazılmış o lanetin kurallarıydı. En komik yanı, beni korumak
içinmiş yan yana gelemeyişimiz. Düşünsenize sonsuza kadar üç nokta olarak
kalmak…
İşte
benim hikayem. Sürekli görevlendirildiğim şu sayfa alemindeki görevlerim bu kez
kendim için. Size anlatılan yalanları ve süslü dünyanızdaki aşkların bu kirli
dünyada da olduğunu haykırışım. Ve kavuşamayışımızın tek nedeni, sizin
yaptığımız işler sonucu hayranlığınızı kendilerine ithaf ettiğiniz
patronlarımız! Ve benim en büyük nefretim de adına çalıştığım, beni var eden
patronum, patronlar! Sizden ve onlardan nefret ediyorum. Anlıyor musunuz?
Nefret ediyorum! O en basit cümlelerinizde bile bizi ayırdığınız her
satırınızdan nefret ediyorum! Ve siz o sahte vicdanlarınızla bizi izlerken
burada durup öylece suratınıza bakarak, acıma duygunuzu tatmin edişinizden de
iğreniyorum. Şimdi mi? İşte tam da şimdi, tüm laneti üzerime almayı göze alarak
ona gidiyorum. Duyuyor musun beni patron! O kuralları çiğneyeceksin! Anlıyor
musun beni? Yoksa tüm kelimelerini birer cümleye dönüşmeden sustururum. Yaparım
bunu ve yaparken bir saniye olsun acımam o korkak fikirlerine!
Hepinize
iyi günler baylar ve bayanlar. Arkadaşlarıma iyi bakın. Umarım onların
hikayelerini de anlatacak bir babayiğit çıkar. Ben şimdi onun yanında
sonsuzluğa kavuşmak için sabırsızlanıyorum. Onunla bir ömür bu sayfada
kalacağım için mutluluktan ne yapacağımı bilmiyorum. Bu kadarı yeter,
oyalamayın beni! Hoşçakalın saygıdeğer(!) patronlar ve hoşçakalın pek
vefakar(!) okuyucular. Kendi duygu labirentlerinizde fikir cesetlerinizle
boğulmanız ümidiyle…
“ ., ”
Efsûnkâr