Uzun bir süredir
yazmadığımı fark ettim de “nasıl dayanabilmişim?” diye sorar buldum kendimi. En
son yazdığım yazıya bakınca anladım aslında dayanamadığımı, yalnızca sanal
ortama geçirmeye üşendiğimi. Yazmak böyle bir şey işte… Ortam ya da malzeme
aramaz aslında. İçten geldiği an da durdurulamaz. Ertelenemez de, denemeye
kalktığınızda da sözcüklerin sihrini yitirdiğini idrak edersiniz. Eğer içinizden
gelmişse o an ne yapıyor olursanız olun eliniz zaten bir kalemi, kağıdı
bulmuştur çoktan. Fark etmeden bir bakarsınız yazının sonundasınız. Tıpkı uyumuşsunuz
da bittiğinde uyanmışsınız gibi. O hayal aleminden, rüyalardan çıkmış olarak… Ya
da tam tersi, gerçeklerden kopup sahte hayata dönmüş gibi…
Bir süredir
içimdeki üçlü arasında gidip geliyorum. Tercih yapmak neden hep zordur ki benim
için? Birisi, hayatımın henüz erken dönemlerinden beri istediğim ve tam da bu
hedef doğrultusunda çalışıp çabaladığım bir meslek. İkincisi, yapmaktan
vazgeçemeyeceğim, birinci hedef için bile çalışırken kalemin kendiliğinden bir
şeyler karaladığı bir aşk; resim yapmak benim için. Üçüncüsü ise tamamen bir
bağımlılık, tutku, hayatın anlamı; yazmak… Birisine yoğunlaşırsam diğerlerine yeterli
özveriyi gösteremeyeceğimden endişedeyim. Gel gelelim biri olmadan da üçgen
kapanmıyor nihayetinde. Sanırım uzun bir süre daha bu üçgeni merkezden
yöneteceğim. :)) Çok da şikayetçi değilim aslında halimden. Böyle bir yazı
sayfada ilk zannediyorum. Bu seferlik de böyle olsun…
Geçenlerde çocukken
tuttuğum yazı ve şiir defterimi buldum. Durup geçmişe baktığımda beni yazmaya
teşvik eden o kadar çok kişi varmış ki aslında. Bunlardan biri sevgili ilkokul
öğretmenim Sevilay Sarıcı. Yazdığım her şiiri sıcağı sıcağına koştura koştura
gösterdiğim biricik öğretmenim. Usanmadan sıkılmadan okuyan, her seferinde
takdir edip yenileri için teşvik eden öğretmenim. Bir diğeri ise sevgili
babacığım. Yine yazdığım her şiiri, yazıyı okuduğum ilk kişi. Konusu ne olursa
olsun, ne kadar komik olursa olsun ilk destekçimdir babacığım. Her seferinde
biraz daha özgüvenle yazmamı sağlayan insan… şimdiye bakacak olursak saymakla
bitirebileceğimi zannetmiyorum isimleri. Biricik edebiyat hocalarımın tekini
dahi anlatacak kadar kelimem yok zannederim. Bu nedenle yalnızca teşekkür
edebileceğim. Değerli Eyüp hocam; divan edebiyatını bana sevdirdiği için, bana
gazel yazacak güveni sağladığı için, eksiğimle kusurumla yazılarımı okuduğu
için ve daha bir çok şey için, bu uğurdaki ilk rehberim. Değerli Seyfettin
hocam, bana yazılarımda destek olduğu ve beni yazmaya bir kez daha
cesaretlendirdiği için çok şey borçlu olduğum sevgili hocam… Sevgili Fatma
hocam, ve okulumun edebiyat zümresi ve diğer adını sayamadığım birçok
öğretmenim… Hepsine sonsuz teşekkür ve minnet borçluyum bu konuda…
Arkadaşlarım…
Onları söylemiyorum bile. Çünkü kendileri benim için ne kadar değerli
olduklarını çok daha iyi biliyorlar. İsimlerini veremeyeceğim çünkü o kadar çok
var ki birini dahi atlarsam çok üzülürüm. Bahsettiğim dostlarım zaten
kendilerini biliyorlardır. Fakat özellikle adını anmadan geçemeyeceğim biri var…Teneffüs
aralarında gürültü patırtı içinde dahi beni dinleyen, bloğuma büyük bir sabırla
yeni bir şeyler var mı diye bakan, beni komik yarışlara sokarak eğlenen :)) biricik arkadaşım Şüheda… Hepsine ve herkese
her zaman benim yanımda oldukları ve doğru yanlış, abuk sabuk yazdıklarımı
büyük bir sabırla okudukları için çok ama çoook teşekkür ediyorum. İyi ki
varlar ve onları tanıdığım için dünyanın en şanslılarından biriyim…
Bu yazının
kesinlikle yanlış anlaşılmasını istemiyorum. Böbürlenerek yazılmış bir teşekkür
yazısı değil bu. Ben de henüz mükemmel şeyler yazdığımı söylemiyorum fakat bu
güne kadar elimde ne varsa yalnızca benim olmadığını göstermek istedim. Okulda sırada
beklerken “ ben de bu kürsüye çıkıp
ödül alacağım, hem de çift dalda ”
dediğim günü hatırlıyorum hep. Evet, bunu başardım… ve bu gün de şunu
söylüyorum: “ Teşekkür ettiğim hiç kimse
pişman olmayacak ve bu teşekkür yazım gün gelecek gerçek bir kitap sayfasında
yer alacak! ”
…..Efsûnkâr…..
