Bir baykuşum vardı benim, herkese inat takardım onu. Bir meleğim vardı kuyruklu, herkese inat dururdu rafımda. Bir balığım vardı yalnız yaşamayı seven bir saatim vardı benim sanırım üç yıl önce susan. Kalbimin sesini dinlemeyeli kaç yıl oldu bilmem. Ama her gün hiç bıkmadan ritimle dans eden o kalp şimdi söz cesetleriyle dolup taşmış bir mezar. Issız, karanlık ve kokmuş. BEN AZILI BİR KATİLİM ASLINDA… Korkak ama azraille dost olmuş bir katil… O kadar şeyi, o kadar çok sözcüğü, o kadar çok duyguyu öldürmüşüm ki… Kendimden şaşarak. Evet, korkak bir katilim. Maktullerimi öldürürken elleri titreyen, gözleri dolup hıçkıra hıçkıra ağlayan bir katil… Tetiği çektiğinde kendinden bir parçayı daha öldürdüğüne acımayacak kadar da gaddarım. Belki de onları gömerken bir bir yüreğime bir daha hiç açılmasın diye derin kazdım mezarlarını. Eğer bir gün toprağı sürükleyecek olan fırtınayı düşünebilseydim, her şey daha farklı olurdu… şimdi kemikler savrulmuş ortalığa ama cesaretim yok ki bir daha onlara dokunmaya… “Belki de bu kadar da merhametliyim (!)”
Eğer şimdi kanlı ellerimle gözyaşlarımı silmiyor olsaydım ve yüreğimdeki toprağı sulamasaydım o saat hiç durmamış, bu gönül hiç susmamış ve bu yalnızlık hiç doğmamış olurdu. Belki de bu yaşamı paylaşacaklar olurdu… Ama evet, yalnızlığı ben doğurdum. Bu yüzden BEN BİR ANNEYİM DE… Onun ölümüne de el vermez yüreğim. Yıllarca sevmedim yedirdim, konuşmadım giydirdim, anlatmadım acımı içirdim. “ Ben bu kadar da şefkatli bir anneyimdir (!)”
Bir gün onun da büyüyüp koca yaşamamım olacağını hiç düşünmedim. Bir gün mutsuzlukla evleneceğini, ruhumun katilinin velisi olacağını hiç düşünemedim. Umutsuzluğu bittiğinde hâlâ harçlığını almak için kapıma geleceği alkımın ucundan bile geçmedi. “Bu kadar da eli açığımdır ben (!)”
İnsandan dostlarım, mutluluktan oyuncaklarım vardı benim. Onlarla oynayabilmek için önce dostlarım gelirdi… Bir bir sererdik etrafa oyuncaklarımı. O kadar çoklardı ki yaşam oyununu kurmak, yaşamcılık ve ömürcülük oynamak daha kısa sürerdi. Bazen insandan dostlarım yere düşürür kırardı mutluluktan yapılma oyuncaklarımı. Evet, ağlardım ben… KÜÇÜK BİR ÇOCUKTUM DA BEN… Yeni oyuncak alamazları bana… Belki dünyanın en güzel bebeğini alırlardı hüzünden yapılma ama asla mutluluktan olanlara yetmezdi paramız. Bir bir kırıldı oyuncaklarım. Çaldılar, kırdılar, karaladılar… Bazen sinirlenip ben de kırdım, evet… Ama kırdıklarımı da toplardım. “Bu kadar da tertipli bir çocuktum ben (!)”
Böyle büyüdüm ben… Geçmişte anıları kırılmış olarak… Anılarımı unutmaktan da korkardım ben. Çünkü geçmişim yeni hayatıma başlarken patronuma sunmak için önemliydi belki de. Kağıt ve kalemle kelepçelemiştim kendimi ve ayaklarıma geçmişe bağlı prangalar takmıştım demirden. Bu yüzden BİR MAHPUSLUYDUM DA BEN… Hem de kalemi birilerince çoktan kırılmış bir mahkûm. Kâğıdın çizgilerine yapışıp onların ardından izledim hayal koğuşumun dışında kalanları. Bazı geceler sıkıntıdan kalem tespihimi parmaklarımın arasında sallayıp sayfalar arasında volta atardım… Sararmış mahpushane duvarlarına birkaç sözcük resmi asar yahut mürekkep lekeleriyle gün sayardım. Kalem kırılmış, hüküm idamım olmuş olsa da gün sayardım işte… Belki de “bu kadar da umutluydum ben (!)”
BİR SEVDA SANATÇISIYDIM DA BEN… kafiyeli notaları bir bir yazar sonra da dil sazıyla çalardım. Akordu bozulurdu bazen sazımın, düğümlenirdi telleri boğazımda… tıngırdamazdı birkaç gün ama sonunda şarkımdan da vazgeçerdim. “Bu kadar da kararlıydım ben (!)”
Ellerim maharetlidir benim… Kalbim için özgürlük kuşları yaparlardı boncuklardan. Evet BİR USTAYDIM DA… Gözyaşı incilerini gönül yarası ipliğiyle bağlayıp özgürlük kuşları yapardım. Hiç uçmayacağını bilirdim ama yine de onları üstü açık umut odasında saklardım. Belki de bin tane olduklarında turnalar gibi dileğimi yerine getireceklerdi. “Bu kadar da elinden her şey gelen biriydim ben (!)”
EVET, GALİBA BEN GERÇEK, DUYGULU BİR İNSANDIM… Gökyüzünü seven, her akşam yıldızlardan taç takan, sabahları güneşin öpücüğüyle uyanan bir insan… Ama neden şimdi yalnızca boşluktaydım? Evet, evet belki de şimdi masadaki saati yeniden kurmalıyım, en yakın balıkçıdan yalnız balığıma bir dost almalıyım, meleğimin kuyruğunu kesmeli ve baykuşumun gözlerine nazarlık takmalıyım… Kısacası her şeyi normal olduğu gibi, herkesin istediği gibi yapmalıyım… Hatta belki de gidip tüm cesetlerimi diriltmeliyim ve herkese her şeyi söylemeliyim. Yıllarca içimde ölü tuttuğum onca şeyi yaşatıp, sahiplerine vermeliyim korkmadan, çekinmeden ve utanmadan. Belki yalnızlığımın ve ailesinin bensiz yeni bir hayat kurmalarına izin vermeliyim. Oyuncaklarımın parçalarından yenilerini yapmalıyım. Hayat mahkemesinde yeniden yargılanmak için bir şans daha dilemeliyim. Vazgeçtiğim şarkıları bir bir not etmeliyim. Hatta uçmayan güvercinlerimi duvarın öteki tarafına yollamalıyım. Belki de yeniden gerçek bir in--s--a--n -!’^&+=?\[ …. YOK YOK, yeniden gerçek bir insan olmamalıyım. Hatta ben hiçbir şey yapmayıp yine hep böyle, kendim gibi kalmalıyım… İşte “bu kadar da girişimci ve yenilikçiyimdir ben (!) “…
EFSÛNKÂR 1.9.11 / 21.40
